Bazılarımızın çocukluğu şehirlerde geçti,
benim de.. Çileğin, domatesin ağaçta yetiştiğini sandığımız, betonlaşmanın ilk temellerinin
atıldığı, yeşilin apartman bahçelerinin sınırlı kısmına hapsedilmeye başlandığı
zamanlardı. 1990’larda çocuktuk biz, büyük şehirlerde kömür kokusunun gecekondulardan
orta-zengin semtlere yayıldığı, kış gecelerinde “boğğğğğzaaaaaa” diye
boza satmaya çalışan bozacıyı çağırmak için balkona çıkıldığında kesif bir kömür kokusunun genzi yaktığı
zamanlardı. Belki de kömür bana kışı, karı ve bozayı çağrıştırdığından hiç
nefret etmedim kömür kokusundan.
Anneannem küçüklüğünde evlerindeki
kuzinede odun ateşinde pişirdikleri ekmeğin kokusundan bahsettiği zaman hayal
etmeye çalışırdım kuzinenin nasıl birşey olduğunu. Malum, Google görsellerin
olmadığı yıllardı. Hayal etmenin, zihinde canlandırmaya çalışmanın hala anlamlı
olduğu zamanlardı. Kuzineyi hayal edebilsem de anneannemin anlattıklarıyla,
odun ateşinde pişmiş ekmeğin kokusunu pek de canlandıramazdım kafamda. Sanırım
kokuyu hayal etmek en zoru.. Hayatımda ilk sobayı izcilik yaptığım yıllarda
gördüm, odun sobasını ise rahmetli yengemin Kırklareli’ndeki evinde tanıdım.
Odun sobası üzerinde ısıtılan ekmeğin ve tereyağının kokusunu da, soba üzerinde
pişen çayın keyfini de oralarda tattım. Her şeyin mekanikleştiği dünyada “tiryaki” denilen çay makinelerine hiç
itibar etmeyişimin altında belki de bu hatıralar vardır.
İsli çayı (lapsang souchong) ilk içtiğimde
de zihnime odun sobasının odaya bıraktığı koku geldi Kırklareli’ndeki eski çift
katlı bir evin küçük odasında. Koku almanın işte böyle büyülü bir yanı var,
zaman makinesi gibi bir şey.. Meğer, Çin kökenli siyah bir çay türü olan
Lapsang Souchong toplandıktan sonra çam odununda yakılan bir ateş üzerinde
kavruluyormuş ve çam odununun o eşsiz kokusu siyah çaya geçiyormuş. Aslında
Çin’de çok da yaygın olmayan bu çay, yine bir zorunluluktan doğmuş hikayeye
göre. Bir çay üreticisi, çok yağışlı bir mevsimde çay yapraklarını toplayıp
kurutmaya çalışmış doğal yöntemlerle ancak çay yaprakları kurumak bilmiyor,
adamcağız da ürününü bir türlü paraya çeviremiyormuş. Bu durumda çareyi çay
yapraklarını çam odunu ateşinde kavurarak kurutmakta bulmuş. Hikaye bu ya,
Çin’de talep görmemiş bu isli çay, ta ki Avrupalılar bu çayı keşfedip sevene
kadar. Uzun dönem Winston Churchill çayı olarak bilinmiş lapsang souchong.
Beyaz çay’da çay yapraklarının en kaliteli
kısmının (tomurcuk ve tomurcuğa en yakın ilk bir iki yaprak) kullanılması
gerekirken, lapsang souchong’da göreli olarak daha altta kalan ve daha az
değerli olan yaprakların kullanılması yeterli. Bu da aslında daha az değerli
çay yapraklarının da ziyan olmamasını ve değerlendirilmesini sağlıyor, elbette
çam odununun eşsiz kokusu eşliğinde..
Lapsang souchong’u ben çok sevdim, hem
nostaljik bir yanı olduğu ve kokusu beni çok eskilere götürdüğü için, hem de
isli olan herşeyi çok sevdiğim için. İlk demlemede rengini biraz daha açık verirken, uzun süre beklediğinizde rengi tavşan kanını alıyor. Genelde değerlendirmelerde ya çok
seviliyor ya da hiç sevilmiyormuş bu çay türü. Yine de bir fırsatınız olursa
deneyin derim, bakalım siz nerelere gideceksiniz çaydan aldığınız ilk yudumdan
sonra :)
Mutlu an’lara kalkan fincanlara :)